24 Ağustos 2012 Cuma

SA41/SD11: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 9 (Son)



Bir Haftalık (6-12 Temmuz 2012) Gezi Notları 9 

I-  Perşembe - Yedinci Gün: 

IA - Sıcak, Amerikan Tarihi/ Zorunlu Mola; Aziz Hasta: 

İstanbul'un sıcağı, İstanbul'un başına dert mi açacak, belli değil; ancak paralel olarak Avrupa da anormal mevsim sıcaklıkları yüzünden dengesini yitirmiş durumda. ABD çölleşmeye karşı çözüm arıyor. Amerikan Tarihi'ne göz atmıştım biraz... Amerikalıların yerli atalarının dağlara evler inşa ettiklerini ve bir süre sonra inşa ettikleri evleri terk ettiklerini yazıyor, kitap ve sebep belli değil. Bir kaç yıldır süren kuraklık geçmiş yüzlerce yıllık sır perdesini aralamak için iyi bir neden olabilir. Mevcut kuraklık bana Birleşik Devletlerin ciddi bir doğal neden komplikasyonu ile yenileceğini anlatıyor, belki de yanlış bir anlatım bu, ama ABD çökecek... hem de kısa bir süre sonra... Arkansas, Georgia, Iowa, Illinois, Indiana, Kansas, Mississippi, Nebraska, Oklahoma, Güney Dakota, Tennessee ile Wyoming eyaletleri kuraklıkla mücadele ediyor.(50)



Cumalilerin evi sıcaktı.. Ertesi sabah, annesinin (yengemin) hazırladığı kahvaltıyı keyifle yerken, hesabımızda Merter'e uğramak vardı... kahvaltı bitti, Cumali, "Bakırköy'e gideceğiz, Aziz aradı, beli tutulmuş, fıtık, işe gelemeyecek!" deyiverdi. Cumali'nin de o gün planlanmış iş görüşmeleri var... Tüm vektörler beni gösteriyordu. Koca bir gün  mağazaya bakacaktım. Zorunlu bir mola vardı hesap dışı...

IB - Mağaza işletmek, Odysseia, Mağaza'da Emanetçilik/ Tatilin Sonu:



Cumali beni mağazaya bıraktıktan sonra gitti. Akşama dönecek... Personelle iki gün önce tanışmıştık. O gün akşama dek çalıştık, öğleyin yine Tuzcuoğlu'na gitmiştim.

Zaman zaman Odysseia'ya bakıyorum, vakit geçmiyor. Zihnim günümüz çalışma koşulları ile Antik Çağ çalışma koşullarını karşılaştırıyor. Antik Çağ'da çalışanların hepsi köle, arada bir bedel karşılığı çalışan özgür adamlar var... Götürü usûlü; işin tamamına karşı belirli bir ücretle anlaşıyor Akhalar. Bugünkü gibi çerçiler var,  zanaatkârlar var.


Köleleri günümüz asgari ücretlilere ya da sabit gelirli çalışanlara benzetiyorum. Götürü Usülü iş yapanlara da İhaleci müteahhitler diyorum.  Modernite dedikleri şey dayatılan sitemler yüzünden çağlar boyunca hiç değişmemiş, Mümtaz Bahri'nin 'Fikrin Kırım Tarihi ve Çözümleyici Eşsiz/Tek Teklif' (44)  başlıklı çalışmasında belirttiği gibi:


"Batılı düşüncenin ürettiği postmodern akımın düşünce işçileri, modernizmin evrensel ve sabit ahlak ilkelerinin geçersizliğini  iddia ettiklerinde, onların yerine yerleştirdikleri şeyde genel ahlak ilkeleri dahil her şey görelileşmişti; ve ideal insan normları, her türlü vahşeti, cinsel  sapkınlıkları göreli normların akışına bırakarak insan soyunu ve fikrini kırıma uğratmışlardı. Elbette modernizm, ürettiği sömürü sisteminin tanrısız ya da tanrılı veya Tanrı'nın yetkilerini kuşanmış sistem yetkililerinin sıkıca tanımlanmış ve dayatılmış kavramları ve kurumlarıyla, insanlık adına iyi ve ideal olan değildi. Postmodernizmi gerektirecek kadar vahşiydi, vandaldı; yok ediciydi..."


Bir işçinin ödenmemiş hakkı, binlerce kişinin çalınmış haklarının tümü demek olabiliyordu kelebek etkisi ile... Ve aslında bir tek kişi, âdil bir sistem üretebilir ve bunu hiçbir şey yapmadan yayabilirdi. İyilik, reklam ve halkla ilişkiler gibi teknoplastik araçlara gerek duyarak yayılan bir şey değildi çünkü. Kur'an'ın İslam'la sunduğu en gelişmiş perspektif, insanlığın bütün zamanlar boyunca ihtiyaç duyacağı tasarımların ana hatlarını anlatıyor; ancak pek dinleyen yok.


İslam'da Sosyal Adalet, Kur'an'ın temel çerçeveleri dikkate alınmadığı için rasyonalize edilmedi; buna öncelikle set çeken Halifeler, Krallar, Sultanlar, Padişahlar ve Şahlar'dı. Ve onlara destek olan  rant devşirici fâkihler, şeyhler ve söze hâz katan söz sarraflarıydı. Hem medreseler hem de dergâhlar Kur'an'ın mesajlarını deforme ettiler; kendi iktidarları uğruna onların insanlara ulaşmasını engellediler. Kurdukları cemaatler ve tarikatlerle insanı sömürdüler; insana kul ettiler; insanları savaştırdılar.


22. 03.2009 tarihli 'Kutsal Metin Uzmanları/Mühendisleri ya da Kifayetsiz Muhterisler' (45) başlıklı analizimde irdelediğim gibi:


"Bugün Dünya'da ve Türkiye'de din eğitimi, çoğunlukla kifayetsiz cemaatlerin ellerinde şekillenmektedir. Cemaatleşmelerde en büyük sorun ise, zaten bellidir; cemaat liderlerinin yanılmaz, tartışılmaz otoritesi. Bu da itiraz edilemeyecek bir şekilde ‘tanrılaşma’ gibi bir sapmaya hizmet etmektedir. Sapmalardan kaynaklanan çatışmalar da, örnekleri bolca görüldüğü gibi aklı başında olan/olmayan insanlarca büyük bir savaşa dönüşmekte hiç zorluk çekmiyorlar. Allah için, insanlar daha ne zamana kadar hadlerini aşacaklar ve bu hadsizlikten dolayı birbirlerine düşecekler?"


Sonsuz Ark'ın varlığına gerekçe teşkil eden analizlerimde olduğu gibi temelde esas mesele yeni bir medeniyet algısını, tasavvurunu ve realizasyonunu sağlamak için farkındalık  eksikliğini gidermektir.


"Diğer kitapları tahrif edip temel dinî hükümleri değiştiren ve temel mesajı bulanıklaştırıp anlaşılmaz kılan güçlerin insan ve iradesi üzerinde diledikleri baskıyı kurup arzu ettikleri bireysel ve toplumsal değişimi sağlamayı amaç edindikleri aşikârdır. Bireyi değiştirmek, toplumu değiştirmeye başlamanın ilk adımıdır."


parağrafıyla giriş yaptığım 01. 09. 2009 tarihli 'Tarikat-Cemaat Cenderesinde Kul Psikolojisi' (46) başlıklı analizim somut, elle tutulabilir ve net bir şekilde anlaşılabilir tesbitler içermektedir:


"Bireylerin kabul görme ve onanma ihtiyaçlarını kullanarak, küçük gruplarla ve bu gruplarda oluşturulan ritüeller ve esaslarla kontrol edilebilir bir hayat alanı ihdas etmek, bu hayat alanlarında hiyerarşik bir düzen kurarak, soru sormak ve cevap bulmak gibi sıradan ihtiyaçları bile sıkı koşullara bağlamak, insanın iradesi üzerinde kurulan kuşatıcı ve baskı kurucu bir psikolojik harekâtın merhalelerini anlatmaktadır.

Telif edilen kitapları okumakla Dinî bilgiye ulaşmayı bekleyen kişinin bu değerli yolculuğunda farkında olmadığı büyük bir tehdit vardır. Bu tehdit yayınlanan ve elden ele dolaşan kitapların büyük bir çoğunluğunun tarikatler ve cemaatler eliyle basıldığı ve dağıtıldığı gerçeğidir. Bu kitapların temel hedefi doktiriner eserler olarak zihinsel çerçeveler inşa etmektir. Söz konusu kitapların tarikat ve cemaatler için sağlayacağı fayda kendisine ulaşılacak yolların tanıtımını yapmak, birey için sorularının cevaplarını bulacağı karanlık dehlizlere açılan kapıları bulmak, yalnız ve sadece kendisi olarak ilerlediği yolda kendisi gibi marifet, hikmet ve bilgi yolcusu olanlarla bir arada olabilmektir.


Psikolojik beklenti açıktır: bir başka iradeye bağlı kalmayı öğreten ve bu bağı yücelten öğretilerin sağladığı kolaylıklar zinciri, insanı o iradenin çizdiği çerçevede rahat hissettirecektir. Bu grup psikolojisinin çekici en büyük özelliğidir. Tarikatler ve cemaatler insanları tek tek etkilerken onlara kolaylıklar vadeden bir saadet alanı sunmaktadırlar. Bu türden grupların insanları etkileme ve kazanma teknikleri aynıdır. Her bir grup kendi hayat süresini uzatmanın yeni bireylerle mümkün olacağını bilir. Her yeni üyeye vaat edilen şeyler o üyenin ihtiyaç duyduğu şeylerle başlangıçta doğrudan ilgilidir. İnsan’ın Allah, Peygamber, Kitap, Ahiret inancı, genel olarak içsel sorgulamanın getirdiği kaos ve bu kaosta ortaya çıkan sorular, bu sorulara aradığı cevaplar, insanın doğal psikolojisinde büyük boşluklar oluşmasına bağlıdır.

İnsanı oluşturulan özel ve geleneksel atmosferde cevaplanma vaadine sürüklemek o insanın kendisini daha özel hissedeceği bir alanın varlığından haberdâr etmekle mümkün olabilir. Kur’an’la ilişkisi olmayan, ancak Kur’an’ın kesin bilginin tek kaynağı olduğuna inanan insanların bu kesin bilgiye ulaşmasının yollarının öğretileceği bir grup bir cemaat bir tarikat daima câzip olacaktır. Tarikatler ve cemaatler, insanı, kendileri olmadan kaos ve korku psikolojisine yakalanmakla tehdit ederler ve vaatleri bu karmaşanın sona ermesinden başka bir şey olamaz. Çünkü; insan’ın başlangıçtaki sorunları ve bu sorunlardan kaynaklanan öğrenme ihtiyacı masumdur; insan aslında samimi bir inanan olmak istemektedir."

23.06.2008 tarihli 'Türkiye'de İslâmî Ruhbanlık Sınıfı İdeali'inin İflâsı; Müslümanlar 'Kişi'leşiyor (47) başlıklı çalışmamda da mevcut durumu anlatmaya çalıştığımı düşünüyorum:

"Yeni dönemde, Allah'ın mesajlarını kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp değiştirenlere karşı, Allah'ın mesajlarını gelişen bilim ile anlamayı tercih edenler artıyor. Türkiye'de insanların ruhunu, malını, çocuklarını köleleştiren bir ruhbanlık sınıfının (ihdâs edilse bile) iflas etmekten kurtulamayacak olan bir ideal olacağını düşünen ve yazan her akl-ı selim sahibi Müslüman kişileşiyor; kişileştikçe insan olma onurunu, kendisine verilen 'Allah'a kul olma' ödevine/görevine göre elde edip edemeyeceğini biliyor. Kanaatlerine önderlik eden nice insanın boğulup kaldıkları yerde  "ben ...hocaya bağlıyım" diye bağırdıklarını işiten/fark eden her Müslüman, boğulmamanın yollarını Allah'ın son mesajına bağlanarak bulabileceğini idrâk etti. Onu anlamak için çalışıyor." 

Sonsuz Ark'ın medeniyet tasavvuru tahayyül etmesinin önünde aslında çok fazla engel yok. Gücünü Allah'tan ve Kur'an'dan alarak aklı ile insana ulaşmayı hedefleyen bir tasavvur bu.  25.10.2009'da yazdığım yazı 'Düşünen Her İnsan ‘İstenmeyen Adam’dır' (48) hiç eksiltmeden gerçeği teslim etmektedir: 

"Söz’ün değiştirme gücü, sözü güçlü kılmaktadır. Söz ve sahibi bu anlamda önemli görülmekte ve tüm çakılı görünen sistemler için kontrol dışı iletilmiş her söz, hedef için tehlike olarak telakki edilmektedir. Halbu ki; insan kendi doğal gelişim sürecinde, hiçbir sözü daimi güç olarak görme eğiliminde değildir. Şüphe, içten gelen sözün de duyulabileceğinin kanıtıdır. Beşerî sistemlerin tüm korunma yöntem ve tekniklerine rağmen sürekli yıkılıp yeniden türetilmesinin tek sebebi budur. İnsan, fıtratına uygun davranmaktan başka bir seçeneğe sahip değildir. Düşünen her insan istenmeyen adamdır. İstenmeyen adam olması için görülebilir olması gerekmez."

Uzun bir gündü Ebuzziya Caddesi'ndeki mağazada geçen gün. Otobüs 21:00'da Esenler Otogarından hareket edecekti. Cumali, akşam 7'de gelebildi mağazaya... O gelir gelmez de çantamı aldım ve Özgürlük Meydan'ındaki dolmuş durağına yöneldim. Dolmuşla Bakırköy Metro Durağı'na gidecektim.


IC -Esenler'e Yolculuk/ Metro Rahatlığı: 


Bakırköy Metro İstasyonu ile Esenler Otogarı Metro İstasyonu arası sanırım 10 dakika. Ve en kısa , en hızlı ulaşım yolu. Metro ağı bütün İstanbul'u sardığında bence büyükşehir belediyesi trafiğe çıkan özel araçlar için kontörlü kart uygulaması ile özel vergi salmalı... Keyfi için trafiği kullanan bu keyfin de bedelini ödemeli... aksi halde dağ, taş, yer ve deniz altları otolar için yol olarak kazılmaya sonsuza kadar devam edecek. 


Eski Sovyet Bloku ülkelerle Avrupa'daki metrolar  yeni teknoloji için çok ciddi bir masraf gerektiriyorlar; bizim son teknoloji ile kurduğumuz metro ağları geri kalmış olmamızın da bir avantajı aslında... Tıpkı sahip oldukları medeniyet çökerken bizim yeni bir medeniyet üretmemiz gibi...

ID -  Esenler Otogarı ve  Köhnemiş Çıkmaz/ Çağdaş İlkelliğin Son Durağı: 



Dudullu ve Alibeyköy Terminalleri'nin ilkelliğinden bahsetmiştim. Esenler Otogarı bu ilkelliği besliyor. Metro ile ulaşım ne kadar çağdaşsa, otobüsle, servisle, özel otomobillerle ulaşım o kadar ilkel... Otobüs firmalarının döküntü bürolarda verdiği hizmet bir o kadar kalitesiz, derme çatma... Kadir Topbaş, bir şehri bütünüyle kavrayacak vizyona sahip değil... Beyazlara hizmet etmek alışkanlık olarak devam ediyor gibi göründü gözüme... İstanbul'un banliyölerinde hizmet yok... Büyükşehirin yapacağı hizmet kodeksi yetersiz.


IE -  Uzun bir Yolculuk, Telemakhos ve Misafirperverliği, Sessiz Muhasebe/ Sonsuz Ark:

Otobüs'e bindiğimde rahatlamıştım. Zira geldiğim ilk gün gördüğüm karmaşa hemen geri gitme isteği uyandırmıştı içimde... "Git ve Sonsuz Ark'a aralıksız devam et!" diyordu içimdeki kızgın ses. "Bu İstanbul, hayata, Türkiye insanına, Dünya'ya yeni bir medeniyet teklif edecek karakterde değil..."

Bir haftalık sorgulayıcı gezim, İstanbul'a haksızca eleştirilerde bulunmadığımı görmemi sağlamıştı. İyiler ve Kötüler arasındaki savaşı kazananlar henüz iyiler değillerdi. Gezi Notlarım'ın son bölümünü yazarken  verdiğim molada, az önce, bu ülkenin insanlarının değerlerine hizmet etmeyen Şehir Tiyatroları ile ilgili değişikliklere tepki vererek Kadir Topbaş'ın danışmanlığından istifa eden Kenan Işık'ın oyununu seyrederek ona moral veren Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'la ilgili bir haber okudum internette. Şehit askerin cenaze töreninde Cenaze Marşı'nı çalan askeri bandoyu susturmuş, halkın talebi bu diyerek dua ve tekbirlerle şehidin gömülmesini istemiş...(49)  Kızgınlığımı hafifletti bu sebeple Kültür Bakanı... Bando artık tarihe karışmalı... Cenaze Marşımız yok bizim, seksüel fantezileri işleyen tiyatro oyunlarımız olmadığı gibi...

Otobüs yola çıktığında Odysseia'yı aldım elime tekrar... Telemakhos,  yoksul kılıklı babası Odysseus'u konağının kapısında bekler görünce, tanımadığı bu adamı, konuğun kapıda bekletilmemesi gerektiğini öğütleyen geleneklere uyarak, annesi ile evlenmek isteyen  vahşi taliplilerin sofrasına davet etmişti. Anadolu o kadar garipti ki... Hangi gelenek ve göreneğin hangi kültürlerden bize kadar geldiğini örten bir gariplik bu... Tâ Allah'ın hanif dinine uymamızı emrettiği elçisi İbrahim'in misafir ağırlama kültürüne kadar uzayan bir güzellik... İbrahim de Anadolu'nun insanıydı ve kendisinden sonrakileri etkilemişti... Anadolu'da Sonsuz Ark, İstanbul'a yürüyecekti kuşkusuz, İstanbul'dan  bütün dünyaya...

Olur mu Allah'ım?!

İstanbul'a Alper Selçuk(3)'un sözleriyle veda ettim:

"İstanbul, birinin doğurup büyüttüğü bebeği, diğerinin büyük bir iştahla gözlediği yerdir. Bebek, iştir; şirkettir, dergidir, gazetedir, televizyondur ve dahi adamın ve kadının tekidir." 

Seçkin Deniz Twitter Akışı