6 Ağustos 2012 Pazartesi

SA25/SD6: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 4



Bir Haftalık (6-12 Temmuz 2012) Gezi Notları 4

D - Cumartesi - İkinci Gün:

DA - Fatih Cami, Davut Yıldızı/ 2.Remzi ve İbrahim:

Sabah kahvaltısının akabinde Remzi'nin gezi planı ve arabasıyla, Üsküdar'dan çıktık. Karacaahmet Mezarlığını da gördüm bu arada... Türkiye'de herkesin bildiği iki mezarlık vardı zaten. Haberlerin dağılım merkezi İstanbuldu; habercilerin cenaze'den verdikleri haberin sonunda cami ve mezarlık adları sıralanırdı. Biri Karacaahmet, diğeri Zincirlikuyu.. Bir de meraklıların bildiği beyazların medfun bulunduğu Bülbülderesi...

Boğaziçi Köprüsü sakindi. Köprüden her geçişimde aklıma iki şey geliyordu. Birincisi, köprünün yapılış dönemindeki ciddî zihinsel erozyonla malul tartışma; ikincisi, 1989'da ilk kez geldiğimde köprüyü geçerken yaşadığım şaşkınlık... "O kadar abarttıkları İstanbul bu muydu?"

Değerli dostum Remzi, "Seni Fatih Camii'ne götüreyim!" demişti. Haliç'i geçerken, aklıma yine 1989 gelmişti. Otobüsle köprüden geçerken ağır bir lağım kokusu sinmişti, klimaları çalışan otobüsün içine... Yanımda oturan yolcuya sormuştum, "Bu ne kokusu?" diye. "Haliç'in Kokusu!" dediğinde irkilmiş ve eğilip bakmıştım. Haliç'in kıyılarında bir sürü insan vardı, nasıl dayanıyorlardı ki? Yanımdaki yolcu, "Yakından hissedilmiyor!" demişti... demek ki; İstanbul ne kadar kire battığını, ne kadar lağım koktuğunu anlayamayan zavallıların bulunduğu bir şehirdi...


Zavallı, diye nitelendirmeme gücenmesin İstanbul mûkîmi dostlar... Bunu 23 yıllık geçmişte her seferinde yaşadıkları ortamla, birbirleri ile ilişkilerindeki çıkarcı yaklaşımlarla ve kirli organizasyonların içinde bulunmak veya onları izleyerek tepkisiz kalmakla teyit ettirdiler bana...

Böyle bir İstanbul'un bizlere yeni bir medeniyet tasavvuru sunamayacağı açıktı, sizce de öyle değil mi? Câri İstanbul çok mu farklı? Üstelik "İnsan güvendiği, sevdiği, sonuna kadar inandığı insanlara bile bir örgüt içine girdiği zaman her türlü kötülüğü yapabiliyor." diyen eski emniyet müdürlerinden  biri ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ adlı bir kitap yazmıştı. Ben de 'Haliç’te Simon Avı' başlıklı bir analiz yapmıştım. (6)

'Medeniyet İddiası' her şeyden önce güven gerektiriyordu.. İstanbul'da en büyük sorun buydu zaten; Güven! Ve Güvensizlikle beraber doğan yürüyen, büyüyen  bir zavallılık... Gri Gölgelere kurban verilen her şey, her değer, her insan mevcudu, câri olanı korumaya itiyordu insanları tâ Konstantin'den beri...

Evet; Fatih Câmii... Restorasyondan geçmiş ve Başbakan Erdoğan tarafından bir kaç hafta önce ibadete açılmıştı. harabe evler ve köhne sokaklardan geçtikten sonra vardığımız alanda aracı park ettik. Muhteşemdi cami. ve elbette Fatih'in yaptırdığı cami değildi bu. Üstelik ilk Türkçe Ezan'ın okunduğu cami idi de...

- Bizans devrinde, caminin bulunduğu tepede I. Constantinus'un döneminde yapılan Havariyun kilisesi varmış. Bizans imparatorlarının bu tepede gömüldüğüne inanılırmış. Constantinus'un o zamanlar şehrin dışında kalan bu tepede gömüldüğü bilinmekteymiş. Fethin ardından bu bina Patrikhane kilisesi olarak kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet buraya cami ve külliye inşa etmek isteyince patrikhane Pammakaristos Manastırı'na taşınmış. Fatih Camii'nin yapımına 1462 yılında başlanmış ve 1470 yılında tamamlanmış. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'mış (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmış. 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa, 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirmiş. Bu nedenle cami orijinal görünümünü kaybetmiş. 29 Ocak 1932'de ilk Türkçe ezan bu camide okunmuş.- (7)


Restorasyonu beğendiğimi söyleyebilirdim; eğer Cami'nin dev orta avizesinde ve diğer minik avizelerinde gizlenmiş Davut Yıldızı'nı görmeseydim. Şaşkınlıkla dolaşıyordum caminin içinde. Avizelerin demirlerini inceledim, Fatih Zamanından kalma mı diye... Anlamam mümkün değildi tabi... Ama böyle vahim bir tabloya Fatih izin vermezdi sanıyordum. Mimar Mehmet Ağa tarafından mı yapıldı? 70'li yıllardaki Restorasyonda mı yerleştirildi? Belirsizdi. Ancak bunun acilen düzeltilmesi gereken bir hata olduğu açıktı. Rehberlerin, sanat tarihçilerinin 'Osmanlı Motiflerinde Davut Yıldızı vardır!' şeklindeki açıklamaları temelsizdi.. Sembolleri iyi tanıyordu Osmanlı ve  bilerek bu sembolü kullanmazdı mabedlerinde... Bir Yahudi/Sinagog/Siyonist sembolünün ne işi vardı Cami'de?

Cami'den çıkışımızda telefonum melodiler yaydı birden... Baktım Remzi, 2. Remzi.. Kırklareli de görevli... yola çıkmış geliyor benimle görüşmek için belki bir daha göremem diye... İlk kez görüşecektik. Sonsuz Ark dostu bir delikanlı.. ve kardeşi İbrahim'i aramış, benimle buluşmasını söylemiş ona... İbrahim'le de telefonda görüştük ve Süleymaniye için sözleştik... Fatih'e ve türbedekilere bir Fatiha okuduk ve Cami Kampüsü'nden çıktık.


Daracık, bakımsız sokaklardan geçtik ve Süleymaniye Camii'ne doğru yollara düştük.

DB - Süleymaniye Camii ve Kuru Fasulye/ Bir Fatiha Yeter, Avukat Remzi ve İbrahim:

Süleymaniye Camii'nin cemaatinin azlığını, ulaşım ve park sorununa bağlayanlar haklılar. Remzi arabayı park etmek için epey yer aradı. Süleymaniye Camii'nde restorasyon kısmen sürüyordu. İlk kez 1989'da gelmiştim. O dönemde baştan sona köhne kokularla doluydu istanbul, cami de öyleydi. Ama şimdi çok güzeldi... Tayyip Bey'in 'Restorasyon Doktrinleri' camilere ve tarihi binalara uygulanıyordu. Tayyip Bey, bedenini yeniden onarıyordu İstanbul'un ama; zihni için çok fazla şey yapabilmiş değildi; şehrin Medeniyet Çıkmazı'nı aşamamıştı daha... ya bir tünel kazacak ya da bir köprü yapacaktı insanların zihinlerinde...


İbrahim, caminin önünde bizi bekliyordu. Facebook'taki resminden tanıyordum onu; ama o beni tanımıyordu... gencecik, yakışıklı bir üniversite öğrencisiydi... Ağır gelmişti şahit olduğu kirli şeyler şimdiden...

Süleymaniye Camii'ni gezdik... Kanunî Sultan Süleyman'ın  medfun bulunduğu Türbe'de inşaat vardı... Giremedik. Bir fatiha okuduk... Daha fazla okumaya gerek yoktu... Nasılsa milletin servetiyle yapılmıştı Cami.. İbrahim gülmüştü bu sözüme...

Acıkmıştık... Ve sıradan olanı yaptık; meşhur Kurufasulyeci'de Kuru Fasulye yedik.. Cacık istedim, sarmısaksızdı, vazgeçtim onun yerine yoğurt istedim. Kocaman bir soğan koydular önümüze... Soğan var, sarmısak yok.. "Neden?" diye sordum garsona... 'Sarmısak kokuyor!"dedi... "Soğan kokusuz mu?" diye sordum. "Bize söylenen bu!" dedi ve gitti.

Yemekten sonra, arabayı park ettiğimiz yokuşa tırmanmak için indiğimiz diğer yokuşun başında taze sıkılan meyve sularından içmek istedik... Remzi sordu, "Burası eskiden ne için kullanılırdı? diye. Esnaf gülümseyerek cevap verdi: "Burası atlar için ahırmış, yani camiye gelenler için otopark..." Modern atlar biz miydik araba mıydı?... Öyle işte...

2. Remzi yoldaydı ve kardeşi İbrahim de "Biraz işim var Sultanahmette!" dedi ve Sirkeci iskelesinde buluşmak üzere sözleştik. Gitti...

DC - Vapur, Üsküdar'a gidiş:

Remzi ile Sirkeci  arabalı vapur iskelesine gitmek için, epey trafik felsefesi yaptık. Sıraya girdiğimizde sıcak, çölle ilişkili  tüm özelliklerini cömertçe harcıyordu. İnsanlar yine sıradaydı... hep sıradaydılar; ne kadar çok insan vardı ve ne kadar çok yalnızdı insanlar... gözleri donuk, ellerinde telefon... İnsanlar trafikte ve telefonlarda bir hayat kurmuşlardı... Yaşadıkları çevreden habersizdiler...

Yarım saatten fazla bir süre iskelede bekledik, dolaştık. Remzi gezdiğimiz yerler hakkında iyi rehberlik yapıyordu. Kâh hatıralar, kâh İstanbul, kâh siyaset...


Vapura bindiğimizde henüz İbrahim gelmemişti, tramwaydayım, diyordu telefonda ve biz iskeleden ayrılırken o iskeleye giriş yapmıştı. Üsküdar'da buluşmaya karar verdik.

Arabayı park edip üst kata çıktık. Boğazı seyrettik yine...

DD - Üsküdar Valide Sultan Camii Girişinde Davut Yıldızı, Balık / Ekmekler ve Remzi'nin Gelişi:

Üsküdar iskelesinde Remzi'yi uğurladım. İşleri vardı. Akşama dönecekti. Ben İbrahim'i bekleyecektim. Zamanım vardı. Üsküdar Valide Sultan Camii'ni ziyaret ettim.. İkindi vaktiydi...  Dış kapıdan girişte başımı kaldırdım ve girişteki işlemelere baktım.. Yine yeşil bir Davut Yıldızı'na çakıldı gözlerim... canım iyice sıkılmıştı...

-Yeni Valide Camii adıyla da anıılıyordu, İstanbul'un Üsküdar ilçesinde İskele caddesi üzerinde II. Mustafa ve III. Ahmet'in annesi Emetullah Râbi'a Gülnûş Sultan tarafından yaptırılmış. 1708-1710 yılları arasında Lâle Devri baş mimarı Kayserili Mehmet Ağa tarafından yapılmış. Yazıları Hezarfen Mehmet Efendi'nin eseri imiş.- (8)

Demek ki Davut Yıldızı lale Devri'nde girmiş Osmanlı Mimarisi'ne... Çöküş döneminde üşüşmüşler... Şimdilik kanaatim bu...

İbrahim gelene dek Mimar Sinan Çarşısı'nın yanındaki parkta oyalandım. Gülibrişim Ağacı'nın hayran kaldığım çiçeklerinin resimlerini çektim... Ağacın gölgesinden uzakta oturan bir adam, resim çektiğimi görünce, "Dikkat et!" dedi, "Ağaçtan sıvı damlıyor ve rahatsız ediyor!" Yirmi senedir buralarda olduğunu söyleyen adama gülümsedim ve fotoğraf çekmeye devam ettim.


Acıkmıştım. Gezinirken bir balıkçı fark ettim... Balık ve salata yedim. Ve hemen arka sokakta bir fırıncı vardı. Daha sonradan adının 'Çifte Fırın' olduğunu öğrendiğim fırının camekanlarında sıra sıra dizilmiş taş fırın ekmeklerini görünce fotoğraflarını çektim. Yan taraftaki kuyumcu merakla izliyordu beni.. "Senin vitrini çekmem!" dedim, "Ekmekler daha güzel!" şaşkın şaşkın bakıyordu bana... Ekmekler gerçekten benzersizdi... Adana'da yoktu bu kadar güzel ekmek. Fırın marketlere, bakkallara servis yapmazmış; müşterisi fırına giderek ekmek alırmış.. özel olmak böyle bir şeydi galiba... İstanbul kalitesini muhafaza eden değerleri de taşıyordu, zavallılığını unutturuyordu bana...


DE - Mimar Sinan Çarşısı, Ahenk Kafe ve Yusuf Kaplan'la Bir Kaç Saat/  Medeniyet Çıkrığı, Ömer Lekesiz'le Randevu:

İbrahim geldiğinde  vakit epey ilerlemişti, akşama bir saat yaklaşmıştık. İbrahim beni Mimar Sinan Çarşısı'nın sol tarafına düşen çay ocaklarının bulunduğu yere götürdü... "Yeni tip islamcıların mekanı burası !" diyerek.

U şeklinde dizilmiş çay ocaklarına kafe diyorlardı çirkince.. tabureler ve küçük sehpalar... Uzun saçlı adamlar ve heyecanla konuşan başı açık, örtülü genç kızlar...

Nereye oturalım, diye göz gezdirirken, yanında birkaç arkadaşı ile oturan Yusuf Kaplan'ı gördüm.  Selam vermek için yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım: "Ben Seçkin Deniz!"

Yusuf Bey, şaşkınlıkla ayağa kalktı, tokalaştık, "Seçkin Deniz'in metinlerini cemaat.com' dan biliyorum!" dedi, otururken.

Bir kaç dakika oturmayı düşünürken bir kaç saat kaldık Yusuf Kaplan'ın yan yana konmuş minik sehpalarındaki çaylarla.

O ara iki Remzi de gelmiş sohbet halkamıza dahil olmuşlardı. Çok sık değişen konularla epey yol aldık sohbette. Seçkin Deniz'in metinlerini bilen Yusuf Kaplan, onun tasavvufu sertçe eleştiren metinlerinden de haberdardı.2006' Kasım'ından  2011 Ocağı'na kadar yazdığım, cemaat.com'dan ilkeler nedeniyle ayrıldığımı öğrendiğinde şaşırmıştı. Cemaat.com, bir okul olma özelliğini taşıyacakken kendi ilkelerini çiğneyen editörler tarafından çirkin stratejilerle yönetilmişti ve ben yazılarım dolayısıyla  yazarlar ve yorumcular tarafından ağır saldırılara ve müslümanla ilişkisiz hakaretlere uğramıştım; yönetim bunları engellemiyordu. Üstelik 5 yıl boyunca yüzü aşkın makale yazarak, büyük bir emek vermiştim; kişisel hiçbir amacım olmadan. Olaylara ve olgulara bakışımla, belki de yeni düşünceye kırıntılar ekleyebilirdim diye umuyordum.(9)

İran'la ilgili ilk yazılarımdan olan 2007 tarihli 'İran Ne Yapıyor, Ne Hedefliyor, Türkiye'ye Karşı Tutumlarında Samimi mi?" (10)  başlıklı analizim için editörlerden biri olan İsmail Kılıçarslan, "Yazıyı ben görseydim yayınlamazdım!" demişti, "Kardeşliğe muhtaç olduğumuz bu dönemde... " Sanki ben kardeşlikten anlamazmışım gibi... Türkiye ve İran'daki iki statüko değişmediği sürece kardeşlikten bahsetmek sadece romantizm'di... Bugün, 2012'de yaşananlar ve  yapılan analizler  analizimde ne kadar gerçekçi olduğumu kanıtlamıştı. O gün beni eleştirenler, bana hakaret edenler sonra haklı olduğumu da teslim etmişlerdi... Şöyleydi analizin son iki parağrafı:

"İran, Amerika ile görünürde sürtüşüyor olsa bile, yeni orta doğu haritalarında Amerika ile masaya oturmanın hesaplarını yapmaktadır. Nükleer Silah almaşığı İran'ın hegemonya alanlarını genişletmesine araç olmaktadır. Irak, Suriye ve diğer komşu ülkelerdeki "şii" unsurları kontrol edebilen bir İran, Amerika için vazgeçilmez bir "stratejik ortak" olma yolundadır.

Dünyanın enerji merkezindeki siyasi yapıları kontrol etmek isteyen ülkelerden Amerika, İngiltere ve İsrail İran'la ortaklık arayışının temellerini savaş çığlıklarının arkasına saklanarak yapmaktadırlar. Çok iyi bilinmelidir ki; Türkiye, gelecekte bu çıkar çarkının belaları ile uğraşmaya devam edecektir. Dün kendi sınırlarından geçişine izin verdiği, beslediği terör unsurlarını, gelecekte de kullanmaktan vazgeçmeyecektir. Türkiye, Suriye ve Irak ile kurduğu "Kürtlere karşı sözde ittifak", Amerika destekli bir senaryonun parçasıdır."

Koyu bir İslamcılık tartışması da vardı o dönemde. Şimdi ayyuka çıkan tartışmaların içeriğini o zaman didiklemiştik. (11)

İstanbul'un kafelerinde çay içip dedikodu yapanların medeniyet ve kardeşlik vizyonları masalardaki enâniyet kaşığıyla karıştırılıyor ve herkes bir otorite imişçesine paldır küldür söz sallayıp duruyordu.

Yusuf Bey'in bazen yükselen, bazen gerilen , bazen de yumuşayan söyleminde eski yazılarından birinde gördüğüm, "Çağ körleşmesini aşabilmenin anahtarı: Ümmîleşmek" (12) başlıklı yazısında sorduğu:

"Çağrımızın kendi çağını kurabilmesi için, Kitab'a ve Sünnet'e gitmemiz gerekiyor. Yakıcı soru şu burada: İçinde bulunduğumuz çağın, çağrımızın çağrısıyla şekillendirilmediği, yani duyuş, düşünüş ve varoluş biçimlerimizin hâkim çağın duyuş, düşünüş ve varoluş biçimleri tarafından şekillendirildiği bir çağda, Kitab'a ve Sünnet'e gidebilmemiz mümkün mü?"

sorusunu çok yerinde ve değerli bulmuştum. Yusuf Bey, bu türden bir ümmileşmeyi Batı işgaline karşı tavsiye ediyordu. Oysa ben bunun tasavvufa karşı da yapılması gerektiğini düşünüyordum. Ve bunu ifade etmekten vazgeçmeyecektim. Batı kültürü ne kadar perdeliyorsa Kur'an'ı , tasavvuf onun on katı bir perdeleme yapıyordu.

Yusuf Bey, bu itirazıma kadar, zihnindeki Seçkin Deniz'e olan kızgınlığını hiç çekinmeksizin, devrin hoyrat diline saygısızlık yapmadan yansıttı. Sakince dinledim ve sohbetin sonunda Ahenk Kafe, belki de "Neden Sonsuz Ark?" sorusuna verilen cevabı öğrenmişti. Medeniyet Çıkmazı'nda öfkelere,  zamansız ve kontrolsüz heyecanlara yeniliyordu Câri İstanbul ve eksik düşünüyordu.

(Nereden nereye Yusuf Kaplan: "Manyak mısın sen, Avrupa Birliği ile ilişkileri neden donduruyorsun?" TRT-Diyanet Kanalı, 19 Şubat 2016 https://www.youtube.com/watch?v=YkuShUqqduM)

Yusuf Bey'e, Ömer Lekesiz'in Twitter'den yaptığı çay içme davetinden bahsettim. Telefonu olup olmadığını sordu. Sahaf Kebikeç'in internet sayfasından ulaşabileceğimi düşündüğümü söyledim. Sağ olsun, Ömer Bey'in telefonunu verdi ve iletişim kurmamızı sağladı. Tasavvuf'a bakışımla ilgili anekdotu'na gülümseyerek cevap verdim:

"Followers'tan Ayşenur Yazıcı, tasavvufa yönelik küçük bir eleştirime verdiği sert tepki sonrasında beni blocklayınca, kızmış ve "Tasavvuf fare deliğine girene kadar onunla uğraşmaktan vazgeçmeyeceğim" şeklinde bir tweet paylaşmıştım. Ömer Bey, bu tweeti görünce, Sahaf Kebikeç'e çay içmeye davet etmişti, sohbet etmek için!"

Yusuf Bey şaşırmıştı...  Vedalaşırken Gri İstanbul Gölgeleri'yle uzlaşmayan ve Sonsuz Ark'a niyetlenen ilkeleri de konuşmuştuk. Medeniyet Çıkrığı'nın dişlileri maalesef kırıktı.

DF- Boğaziçi Gece... Zeytinburnu/ Remzi, İbrahim'e Misafirlik:

İki Remzi, İbrahim ve ben, arabayla çıktık Üsküdar'dan. Avukat Remzi, Zeytinburnunda oturan kardeşleri bırakıp dönelim, dedi... Geç vakitti gece de... Işıldayan boğazı geçtikten hemen sonra çok yoğun bir trafiğe takıldık. Köprüde bakım vardı. Gece 2 gibi Zeytinburnu'na vardığımızda Remzi ve İbrahim kardeşler beni evlerinde misafir etmek istediklerini söylediler... Ruhları ince, davranışları ince bu güzel dostları kıramadım... Avukat Remzi'yi tek başına Üsküdar'a uğurladık...


İkinci gün çok yoğun geçmişti...


<<Önceki         Sonraki>>


Seçkin Deniz, 05.08.2012, Sonsuz Ark, İstanbul Gezi Notları
Seçkin Deniz Yazıları



Takip et: @Seckin_Deniz



SA20/SD2: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 1
SA21/SD3: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 2
SA22/SD4: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 3
SA25/SD6: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 4
SA27/SD7: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 5
SA30/SD8: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 6
SA35/SD9: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 7
SA40/SD10: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 8
SA41/SD11: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 9 (Son)




Seçkin Deniz Twitter Akışı